Madencinin Sırrı

SEBAHATTİN ÇELEBİ

İyi bir Hıristiyan’dı. İlahiyat Fakültesi’ni okumuş ve kendisini İsa’ya adamıştı. Onun gibi sade, münzevi bir hayatın düşlerini kurmuştu. Öyle ki, bir gün bir üst makama çıkacak ve “İsa gibi; marangozluk yapan peygamberim gibi, halkın içine karışmak ve ekmeğimi kazanarak dinime hizmet etmek istiyorum” diyecekti. Pek alışılagelmemiş bu teklifi reddetmeyecekti üstleri…

Rahip, İsa aşkını iliklerine kadar hissediyor, hayatını onun öğütlerine göre şekillendiriyordu.

Bir madende iş buldu nice zaman sonra. Yerin bin metre altında, kömür çıkarma işini yapıyordu.

Beraber çalıştığı işçilerden birçoğu yabancı kökenliydi. Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, Polonya’dan, Türkiye’den gelme birçok işçi ile beraber yerin altında; yani ölümsüz dostluklar ülkesinde, İsa’yı ve onun sırlarını arıyordu.

Madenci Mehmet’le çok iyi dost oldular. Mehmet, Anadolu’nun ücra bir köyünden kalkıp çocuklarına güzel bir gelecek kurmak için “Alamanya” dedikleri ülkeye gelmişti. Gelmişti ama çocuklarından, al yazmalı karısından haber alamıyor, içi içini yiyordu. Bütün mektuplar da nedense, geç gidiyordu köye. Okuma yazma bilmeyen karısı, köyden az biraz mürekkep yalamış birilerini buluyor ve hasreti, acıyı, özlemi yansıtan satırlar içinde kaybolup gidiyordu.

Aylar geçti böyle…

Yerin altında gün ile gece arasındaki fark kalkıyordu. Bir parça gün ışığı bile yoktu. Hayaller hep karanlıklarda kalıyordu belki bu yüzden. Belki bu yüzden, ucu bucağı yoktu hayallerin.

Rahip, bir gün Mehmet’e İsa’dan bahsetti. Ona olan aşkından, sevgisinden, bağlılığından anlattı. Bir yandan anlatıyor, bir yandan da gözleri doluyordu. Belki yerin bin metre altında Hz. İsa ile buluşacağını ümit ediyor, ona kavuşacağı anı buruk bir duygusallıkla bekliyordu. İçinde yakıcı bir özlem vardı ona karşı.

Mehmet, “Neden hiç evlenmedin?” dedi… “Yeryüzünde bu kadar güzel kadın ve hele de aileden daha güzel bir şey yokken, neden?”

Kasketinin üzerindeki lambanın siyah duvarlara vurdurduğu yakamozlara bakarak, “Benim Peygamberim” dedi. “Benim Peygamberim İsa, hiç evlenmedi. Ben de ona olan bağlılığımdan, sevgimden hiç evlenmeyi düşünmedim. Ona yakın olabilmek için, onunla aramıza kimsenin girmemesi için, hayatıma hiçbir kadını sokmadım.”

Mehmet, “Çok mu seviyorsun, çok mu özlüyorsun İsa Peygamberi” dedi.

“Hayatta hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmediğim kadar. O, bana rüyamda ‘Ardımdan gelmeyecek misin?’ diye seslendi” dedi Rahip.

Derin bir iç çekti Mehmet. Ve sonra “Sana bir sırrımı vereyim mi?” dedi.

Şaşırmıştı Rahip. “Sır, sana aittir. Paylaştığında senin olmaktan çıkar” dedi.

Mehmet, yerinden kalktı, “Gel” dedi.

Karanlık dehlizlerden geçerek, kör tünellerden birine geldiler. Mehmet kasketindeki ışığı yere doğru tutarak, “Bu pınarı görüyor musun?” dedi.

Ocakta, taşlar arasından bir su pınarı, bütün berraklığıyla küçük bir çağıltıyla fışkırıyordu.

“Ben” dedi Mehmet. “Bazı, zamanlar buraya gelirim, bu suyla abdest alır, namazımı kılarım. Bu suya her baktığımda köyümün sularını, soğuk pınarlarını hatırlarım. Bu su ile teselli olurum.”

“Özlem dedikleri bu mu peki?” dedi Rahip.

“Teselli” diyebildi Mehmet. Gözleri dolmuştu. “Bu, Allah’ın bana gönderdiği bir küçük teselliden başka bir şey değil. Senin özlem dediğin, ya da benim şu yeraltında yüreğimi yakan şey; bana gönderilen bu tesellide soğuyan şeydir işte.”

Rahip ve Madenci Mehmet, dolu gözlerle birbirlerine sarıldılar. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzülüyordu.

Pınarın başında, yanlarında getirdikleri ekmeği ikiye bölüp yediler bir zaman sonra. Madenci Mehmet, yemek faslının ardından bir türkü tutturdu…

“Su sızıyor sızıyor
Taşların arasından
Eğil bir yol öpeyim
Kaşların arasından.”

Rahip, dili döndüğü kadar tekrar ediyordu türküyü. Sonra Mehmet kalktı, “Bizim oralarda böyle oynarlar” deyip bir çiftetelli döktürdü. Rahip de kalktı, Mehmet’in hareketlerini taklit ede ede, dönmeye başladı.

O gün, yerin bin metre altında, hayatın kalbine ulaşan bu iki dostun, 45 yılı aşan arkadaşlıkları, hiç ama hiç bozulmadı.

Rahip, yıllar sonra bunları dolu gözlerle anlatıyordu. Madenci Mehmet’in anısına, sulu gözlerle 45 yıl önce duyduğu o tınıyı yeniden söylüyordu…

“Su sızıyor sızıyor
Taşların arasından
Eğil bir yol öpeyim
Kaşların arasından.”

COPYRIGHT: Sebahattin Çelebi.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *