Seyyit Hamit’in yel değirmenleri…

“Bilirim,
hele bir düşmeye gör
hasretin halisine,
hele bir de
tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok,
Don Kişot’um benim,
yolu yok,
yel değirmenleriyle dövüşülecek.”

Nazım Hikmet, 1947

Hollanda, peyniri, lalesi ve yel değirmenleri ile ünlü bir Avrupa ülkesi. Özellikle kış aylarında sislerle kaplı kanalların kıyılarında zamana meydan okur gibi duran yel değirmenleri bu küçük ülkeye ayrı bir gizem kazandırıyor. İnsanı sürükleyen, alıp götüren mistik yanıyla, bizi hayatın gizeminde öğütüyor sanki yel değirmenleri. Birbiri ardına sükunetle dizilen değirmenler, insanı zamanın büyülü tütsüsüne, oradan da çoğumuzun unuttuğu hikayelere götürüyor.

“Çolak Cervantes” geliyor aklımıza mesela…

Üniversiteyi güç şartlarda bitiren, fakir bir İspanyol ailenin çocuğu…

Şiirlerini basacak yayınevi bulamayan, üzgün bir şair…

İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı savaşıp sol kolundan sakat kalan ve “bir yaşanmışlık hatırası” taşıyan mahzun bir asker…

Haçlı zihniyetine karşı olmasına rağmen, geçimini temin etmek için askerlikten başka iş bulamayan bir biçare…

Tunus’tan İspanya’ya giderken Cezayirli Türklere esir düşüp 5 yıl boyunca tutsak hayatı yaşayan bir mağlup…

Don Kişot romanındaki, İslam’dan etkilenmiş fikirleri yüzünden, Engizisyon korkusuyla kitabına, adını dahi koyamayan ve Seyyit Hamit bin Engelî ismini kullanan buruk bir yazar…

Cezayir günlerinde İslam’dan etkilendiği ve müslüman olduğu şüphesiyle afaroz edilen bir dinsiz…

Afaroz edildikten sonra Seville hapishanelerinde ömür çürüten bir mahkum…

Yani; yoksul, sefil ve kırgın bir hayatın sahibi, ama sen-ben gibi bir adam olan;“Çolak Cervantes”…

Fırtınalı bir hayata ve yığınla tantanalı maceraya rağmen, Cervantes’in yaşamı hep buruk geçer. İşsizlik yüzünden orduya katılan, ardından içindeki yeldeğirmenlerine karşı büyük bir savaş veren Cervantes’in yaşadıkları, Don Kişot adlı ölümsüz eserine muhtemelen ilham olacaktır. Kimbilir belki de, kendi Don Kişot’luğunun farkına varmış ve bu romanda kendi resmini çizmiştir.

İlham; kainatın nefesiyle şairin ruhuna düşer. Şairler ise, büyük bir bilgelikle aldıkları bu nefesi yüreklerinde yakıp, hayata üflerler.

Cervantes’in kaçışlarla ve arayışlarla dolu hayatı ona yoksulluk, ezilmişlik ve belki de yenilgileri üflemişti. Don Kişot’ta, yel değirmenleri ile yani canavarlarla savaşacak, kaderin hayattan güçlü olduğunu görecek ve bu büyük devrana meydan okumanın budalalığını keşfedecekti Cervantes.

Rüzgara meydan okuyan yeldeğirmenleri…

Hayata mı demeli yoksa…

Neresinden bakarsak bakalım, nasıl düşünürsek düşünelim, gerçek olan; değirmenlerin çok şey anlattığı.

Insanoğlunun toprakla yarenliğinin derin olduğu çağlarda, buğdayı öğütmek ve un yapmak için icat ettiği bu muhteşem teknik, bizlere aslında yüzyılların kavgasını anlatıyor.

Topraktan gelen ve toprağa giden; kiminin uzun, kiminin kısa öyküsü gizli sanki bu kavganın içinde. Aşık Veysel’imizin “Benim sadık yarim kara topraktır”dediği ve “yar” diye nitelediği bu kara şey, bizleri yüzyılların dehlizlerine çekiyor ve orada “inna lillahi”yi okuyor yüreklerimize…

En büyük dostu rüzgar ise, bize herşeyin “yalanlığı”nı uğulduyor sanki.

Ve Toprak Ana en büyük dostu rüzgarı, yel değirmenleriyle paylaşıyor…

Hayatın başladığı toprak, yalanlığını haykıran rüzgar ve buğdayı öğüten yel değirmenleri… Farkında olmadan bize yazgının sırrını fısıldıyorlar…

Topraktan geldik, kimbilir kaç rüzgarla savrulduk ve kimbilir kaç kez, hayatın acılarıyla yaralandık, esir düştük, açlığı tattık, yokluğu gördük, yenilgi tekkesinde piştik…

Dünya değirmeninde öğütüldük… Sonra rüzgara karışıp, yalan olup gittik.

Hepsinin adı yaşanmışlıktı…

Hepsinin adını hayat koyduk…

Kimimiz Don Kişot olduk.

Kimimiz Sanço’lukla yetindik.

Kimimiz, adam bile olamadık.

Değirmen döndü ve bizler öğütüldük.

“Hasretin halisine” düşen Nazım’ın 1947’de belki kendi Don Kişot’luğunu yazdığı şiir, bizlere aykırı adamların, aykırı düşleri olduğunu anlatıyor bu yüzden…

Toprak Ana kadar dingin, ama rüzgar kadar özgür yanlarıyla, hayatı bir değirmen gören aykırı adamların, Don Kişotluklarına tercüman oluyor Nazım.

Seyyit Hamit’in, toprağın, rüzgarın ve buğdayın dostu yel değirmenlerini buluyor kaçtığı Moskova’da…

Öyle ya!

Hasretin halisini bilmeyen…

Yüreği tam okka, dört yüz dirhem etmeyen…

Yıkılmış umutları, çolak kalmış bir yanı, aşkı ve tutsaklığı tatmış bir gönlü olmayan, fakir düşmeyen, meydan okumayı bilmeyen…

E biraz da içinde Don Kişot ruhu olmayan adamın, yaşadığı da hayat mıdır be kardeşim!

(C) SEBAHATTİN ÇELEBİ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *