Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan röportajım

Cumhuriyet Hafta gazetesi, 2 Haziran tarihli nüshasında Platform dergisi Yayın Yönetmeni ve yapımcı olarak şahsımla yapılmış bir röportajı tam sayfa olarak yayınladı…

Avrupa’da 3 televizyon programı yapan Sebahattin Çelebi:

Türk medyasının ağırlığı yok’

OSMAN ÇUTSAY / CUMHURİYET

FRANKFURT – Çalışmalarını Frankfurt yakınlarındaki Mörfelden ilçesinde kurduğu redaksiyon ve stüdyoda sürdüren yayıncı Sebahattin Çelebi, Türk medyasının ciddi sorunlarla iç içe, ancak yine de yapılabilecek çok iş olduğunu savundu. Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan genç girişimciye göre, Türkçe medya Avrupa’da girdiği sınavlardan henüz yüzünün akıyla çıkmış değil.

– Yayın portföyünüze, kısa süre içinde, bir dergi (“Platform”) ile üç televizyon programı (“Cafe Platform”, “Başaranlar” ve “Göçenler”) yerleştirebildiniz. Bugün geldiğiniz noktayı irdeler misiniz?

SEBAHATTİN ÇELEBİ – “Platform” dergisi ile başlayan yayıncı kimliğimiz aslında başka ulusal medyalarda altyapısını oluşturduğumuz bir birikimin neticesi idi. Platform gibi bir dergiyi yayınlamak ise, itiraf etmeliyim tek kelimeyle çılgınlıktı. Çok ciddi para gerektiren böyle bir çalışma için inanılmaz zor günler yaşayarak ve zor şartları aşarak dergiyi çıkardık. Her şeyden önce seviye sorunu vardı. Böyle bir derginin Almanya’da alıcı bulup bulamayacağı apayrı bir tartışma konusu idi. Ancak bugün gururla söyleyebilirim ki, dergimizin okur kitlesi oturmuştur. Eylül 2006 tarihinden itibaren aylık periyotlarla yayınlanacak olan dergimiz ekibini güçlendirmektedir. Yeni dönemde farklı yayıncılık çizgimizle yolumuza devam edeceğiz.

“Cafe Platform”a gelince… Cafe Platform, derginin yayınından sonra planlanmış bir projeydi. Dergi yayına başladıktan kısa bir süre sonra televizyon alanında bir şeyler yapmak istedik. Ancak imkanlarımız buna elvermeyince biraz beklemeyi, ağırlığı dergimize vermeyi uygun bulduk. Dergimiz belli bir seviyeye gelince de, Kanal D yetkililerinden gelen bir teklifi dikkate alarak programın çekimlerine başladık.

İşte zorluk da bu noktada başladı. Başkalarına bağımlı olarak çalışmak zorundaydık. Ve tabii, bu sektörün kendisine özgü kuralları vardı. Çekememezlik gibi sorunlarla karşılaştık her şeyden önce. Bütün bunları aşmamız çok zor oldu. Ama 13 bölümlük bu sezon için planlanmış olan “Café Platform” bildiğiniz gibi farklı ve özgün içeriğiyle dikkatleri çekmeyi başardı. Orhan Gencebay’la başlayan ilk bölümümüzün ardından ünlü isimlerle dergimiz çizgisinde söyleşiler yaptık. “Yüzbaşı’nın Hikâyesi” adlı bölümümüzle de yüzde 20 gibi bir izlenme oranını yakalayarak, diğer Avrupa yapımı programlarla aramızdaki farkı göstermiş olduk.

“Başaranlar”, yine ATV Avrupa için planladığımız bir proje. Çekimlerimiz devam ediyor. Çok yakında onu da ekranlarda izleme imkanı bulacaksınız.  “Göçenler” için ise, hiç duyulmamış bir format diyebilirim. İzleyenlerin de bu karara varacaklarına inanıyorum. Show TV için hazırlanan bu yapımın çalışmaları sürüyor.

Yaşadığımız sorunlara gelince… Her şeyden önemlisi bu sektörün inanılmaz pahalı olması bizi biraz zorladı. Gerekli olan bütün ekipmanı tamamlamak için ciddi rakamlar gerekiyordu. Ekipmanlarımızın temininin ardından hızla yola koyulduk ve yeni projeler gerçekleştirerek sistemi çevirmeye çalıştık. Şu an itibariyle malzeme sıkıntımız bulunmuyor. Bütün prodüksiyonları da kendi imkanlarımızla gerçekleştiriyor, montajını yapıyoruz.

– Özellikle televizyon gibi pahalı bir alandaki hedeflerinizi ve aşmayı başardığınız engelleri, bize aktarabilir misiniz?

SEBAHATTİN ÇELEBİ – Biz, “doğru dürüst yayıncılık” hedefliyoruz. Magazin kirliliğinden uzak, kaliteden yoksun çalışmalara yüz vermeden, içi dolu programlar yapmak istiyoruz. Dergimiz zaten bizim yayıncılık noktasındaki hassasiyetlerimizi gösteriyor. Asla kaliteden taviz vermeden, yayıncı sorumluluğuyla işler başarmak istiyoruz.

– Avrupa’daki Türkçe medya sizce nasıl bir durumda bulunuyor? Medyamızın yaptığı iyi şeyler ve olumlu yanları nelerdir? Sizce gerçekten de Avrupa medyasından çok geri bir medyaya mı sahibiz? Yoksa aramızda önemli nitel farklar bulunmuyor mu?

SEBAHATTİN ÇELEBİ – Avrupa’daki medya, zoraki yapılanmış bir medya bence. Buradaki potansiyele yatırım yapan bir anlayıştan ziyade, sinekten yağ çıkarmayı hedefleyen bir mantıkla yatırımlar yapan büyük medya patronları, “Eh, az ama, biraz da buradan kazanalım” düşüncesiyle hareket ediyorlar. Avrupa onlar için aslında cazip değil. Ama rakipler yapınca, piyasada suni bir hareketlilik dikkat çekiyor.
Avrupa’daki Türk medyasının yaptığı olumlu şeyler deyince, elbette ki bir vatandaşın oturum sorununu çözmesi gibi küçük örneklemeleri yapmayacağım. Yapması gerekenleri ve olması gereken konumuyla Türk medyasını değerlendirmeyi yerinde buluyorum. Türk medyası Avrupa’da faşist saldırılar gündeme geldiğinde dikkat çekiyor. Bunun haricinde ben ciddi bir ağırlığı olduğunu düşünmüyorum. Elbette ki yabancı kitlenin basını olmak gibi hazır bir etiketi var Türk medyasının. Ancak bu etiket sosyal açıdan çok da belirleyici bir faktör değil bence. Toplumsal sorunlara karşı basının durduğu yer çok önemli. Basın, “aktaran” olmaktan öte, çözüm önerileri sunan bir hüviyete sahip olmalı. Bu da, kendi entelektüel gazetecisini yetiştiren medya için geçerli. Bugün Avrupa’daki Türk medyasının bence en büyük sorunu kendi starlarını yetiştirememiş olmasıdır. Alman basınının da yazdıklarına, söylediklerine önem verdiği Türk basın mensupları yok denecek kadar az. En büyük lobicilik, bence buradan başlıyor. Medya, bu noktadan bakıldığında lobicilik yapamıyor.

Avrupa basını ile kıyaslandığımızda “azınlık medyası” olduğumuzu unutmadan geniş bir perspektiften bakarak değerlendirme yapmak gerekiyor. Biz, azınlık medyasıyız. İçsel bir milliyetçilik duygusuyla reaksiyon gösteriyoruz. Bu reaksiyonlarımızı “azınlık” psikolojisinden, “vatandaş” psikolojisine çevirebilirsek, burada yaşayan üç milyona yakın Türkiye kökenli vatandaşımıza çok önemli hizmet etmiş oluruz bence. Kimlik bunalımı yaşayan genç jenerasyonlara karşı da bunu çok önemli bir ödev kabul ediyorum. Aidiyet fikrini işlememiz gerekiyor ve Avrupa kültürlerinden kendi kültürümüze katacağımız çok önemli zenginlikler bulunduğunu “getto”laşan kuşaklara anlatmak gerekiyor. Medyanın görevi sadece haber yapmak olsaydı, “yorumculara”, “yazarlara” ihtiyaç olmazdı sanırım.

– Avrupa’daki Türkçe medyada ters giden işler hiç yok mu? Neler yanlış yapılıyor ve neler yapılırsa daha olumlu noktalara ulaşılabilir?

SEBAHATTİN ÇELEBİ – Biz, kökenlerimiz itibari ile duygusal bir yapıya sahibiz. Bu sokaktaki ayakkabı boyacısından, gazete patronuna, genel yayın yönetmenine kadar böyle. Karşılaştığımız olayları önce duygularımızla ölçüp biçiyor ve yargılıyoruz. Ben bu noktada, mantıksal tepkileri tercih etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Ulusal medya, toplumu “yönlendirme” veya “organize etme” adına zaman zaman toplum mühendisliğine soyunuyor. Türk toplumunun Türkçe gazete okuması, Türkçe televizyon izlemesi Alman toplumu ile aramızdaki sınırları, ister kabul edelim ister etmeyelim, açıyor. “Buradaki Türkler entegre olursa, ben gazetemi kime satarım” psikolojisi açık bir şekilde ulusal medyaya hakim. Köklerini unutturmadan, Alman toplumuna entegre olma diye bir kaygı yok. “Entegre etmeme” çizgisindeki yayın politikaları dikkat çekiyor. Öyle ki, bazı durumlarda, Türkiye’deki yerden yere vurdukları bazı milliyetçi partilerin politikalarına veya söylemlerine yakın reaksiyonları haberlerde görebiliyorsunuz. Bu, özeleştiri yapılması gereken bir konu diye düşünüyorum. AB’ye girme hazırlığında olan bir ülkenin medya değerlerinin de sorgulanması gerekir. Evrensel medya olmak ile Türk medyası kalmak arasında bir değişim tercihi söz konusudur. Bugün ülke sınırlarında satışa sunulan bir yayın organının, “Ben Türk medyasıyım” diyerek, oryantalist yaklaşımlar sergileme hakkı yoktur. Türk medyası bu noktada evrensel olmayı başarabilmiş diyemeyeceğim maalesef. Avrupa ülkelerinde medya mensupları veya yazarlar, o ülkenin entelektüel değerleri iken, Türk medyasında bu durum “takım tutma” noktasına indirgendiği için sorgulaması gereken çok konunun olduğunu düşünüyorum.

– Özellikle Frankfurt çevresi “Avrupa’daki Türk medyasının İkitelli’si” konumuna yerleşmiş görünüyor. Böyle bir “yakınlığın”, hatta neredeyse “iç içe olmanın” avantajları ve dezavantajları neler?

SEBAHATTİN ÇELEBİ – Aslında bunun çok da önemi yok. Frankfurt uluslararası bağlantılar noktasında tercih konusu. Ulaşım imkanları, çok önemli bir ayrıcalığı. İç içe olmak avantaj veya dezavantaj getirir demek yerine, yarış veya rekabet duygusunu öldüren monopol yapıları sorgulamak gerek. Ulusal basın kendi monopolünde yaşıyor. Bizi de bu monopollüğe mahkum ediyorlar. Rakip olmadan, okur sayısı yükselmez. Rakip olmadan, kaliteli haber de yazılmaz. Ben böyle düşünüyorum.

Röportajı pdf formatında indirebilirsiniz.
http://www.celebi.de/cumhuriyet.pdf


Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *